bear 2
f. (bore/eski bare, borne) 1. taşımak; kaldırmak: It won´t bear your weight. Senin ağırlığını kaldırmaz. They have the right to bear arms. Silah taşıma hakkı var onların. 2. taşımak, üzerinde bulunmak: It bears Okan´s signature. Okan´ın imzasını taşıyor. He still bears the scars of that fight. O dövüşün yaralarını hâlâ taşıyor. 3. dayanmak, tahammül etmek, çekmek: She couldn´t bear any more. Daha fazlasına dayanamadı. 4. doğurmak. 5. (meyve) vermek. 6. (belirli bir yöne doğru) gitmek. 7. (belirli bir duygu) beslemek. 8. (belirli bir şekilde) davranmak. 9. (belirli bir şekilde) durmak/yürümek. 10. -e gelmek: This doesn´t bear repeating. Bu tekrarlamaya gelmez. It won´t bear close scrutiny. Yakından incelemeye gelmez.